“3.İstanbul Medeniyet Üniversitesi Sürdürülebilirlik Haftası” etkinlikleri bünyesinde, 18 Aralık 2023 Pazartesi günü Sürdürülebilirlik Ofisi ve İMÜ Sürdürülebilirlik Topluluğu iş birliği ile “İstanbul’un Meşhurları –İstanbul’un Gıdası” adlı etkinlik düzenlendi. Ercüment YILDIRIM’ın yürütücülüğünde düzenlenen etkinlik, tüm İstanbul Medeniyet Üniversitesi öğrencilerinin, personelinin ve kamunun katılımına açık olarak İMÜ Sürdürülebilirlik Ofisi‘nde gerçekleştirildi. Atölyede katılımcılara İstanbul’un tarım coğrafyası ve bu coğrafya ile özdeşleşmiş gıda ürünleri hakkında bilgiler aktarıldı.
Konuşmasına İstanbul’daki hızlı kentleşme ve yoğun nüfus hareketliliğini vurgulayarak başlayan YILDIRIM, bundan 40-50 yıl öncesine kadar, kentteki tüm gıda ihtiyaçlarının genellikle kentin 150 km çapındaki yakın çevresinden karşılanabildiğine dikkat çekti. Günümüzde slow food yaklaşımının da temel ilkelerinden biri olan kendi gıdasını üretebilme açısından yeterli kent oluşumunun, İstanbul’un artan nüfus yoğunluğu, gelişen nakliye imkanları ve ticari kaygılar sonucunda artık büyük oranda kaybolduğunu belirtti. Eskiden yerel gıda üreticilerinin ürünleri tüketilirken, günümüzde kentin gıdasını başka bölgelerden nakletmenin hem taşıma kaynaklı karbon salımını artırarak iklim değişikliği açısından olumsuz etkiler yarattığını hem de taşıma ve saklama kaynaklı gıda israfını arttırdığını aktardı. YILDIRIM, bu sürdürülebilir üretim ve tüketim tarzından uzaklaşmanın gıda güvenliğini de tehdit ettiğini belirtti.
YILDIRIM, Osmanlı döneminden beri İstanbul’un gıda depolarından biri olan Pendik Kurtköy çevresindeki seralarda bugün halen önemli oranda tarımsal üretim yapıldığını ve bu bölgede en çok dikenli salatalık yetiştirildiğini, hatta yapılan üretimin bir bölümünün yurtdışına ihraç edildiğini açıkladı. Ancak bölgenin yapılaşmaya açılmasıyla birlikte, kentin bu önemli gıda üretimi alanını büyük oranda kaybettiğini ve bu bağlamda İstanbul’un endemik türlerinden Çengelköy hıyarı üretiminin de azaldığını aktardı. Bu bölgede günümüzde yalnızca Kuzguncuk’taki küçük bostanda ve bir de Kuleli Askeri Lisesi arkasındaki ormanlık alanda tarım yapıldığını belirten YILDIRIM, 1940’larda taş madeni ocağı olan bu alanın o yıllardan itibaren askeri liseye hizmet eden kişilerce yeşillendirilerek tarımsal üretime açıldığını ve bunun arazinin geri kazanımı ve topluluk temelli korumaya iyi bir örnek olduğunu kaydetti. Günümüzde bu kişilerin ailelerinin buradaki küçük arazilerinde tarım yaptıklarını ve ihtiyaç fazlası ürünlerini satarak mahallelerinin ihtiyaçlarını karşıladıklarını ve damla sulamayla su tasarrufu ve yağmur suyu hasadı gibi sürdürülebilir tarımsal uygulamalar kullandıklarını belirtti.
Yoğurduyla ünlü olan Kanlıca’da eskiden sağmal hayvancılık yapıldığı ve mandıralar olduğunu kaydeden YILDIRIM, buranın halkının yalnızca yoğurt üretimine odaklanarak üretimlerini sürdürülebilir kıldıklarını ve Kanlıca yoğurdu ile markalaştıklarını belirtti. Yakın bölgedeki Beykoz Zerzevatçı Köy’de sürdürülebilirliğin nispeten korunarak tarımsal üretime devam edildiğini aktardı. Anadolu yakasında son örnek olarak Şile’den ve Şile bezinden bahsederek günümüzde İstanbul’da keten tarımının azalmasıyla yalnızca nostaljik birkaç işletme kaldığını söyledi.
Avrupa yakasına bakıldığında ise; Kağıthane’deki Arıcılar adlı bölgede eskiden bal üretildiğini, Sütlüce’de mandıralar olduğunu ve Kağıthane deresi civarının hayvancılıkla meşhur olup, İstanbul’un önde gelen süt kaynaklarından olduğunu belirten YILDIRIM, Sağmalcılar’da da süt ve süt ürünlerinin üretildiğini, ancak marka olamadığı için kaybolup gittiğini aktardı.
Kağıthane deresi kuruyunca, etrafındaki sulak alanların da kaybedilmesiyle birlikte, eskiden meşhur olan Alibeyköy mısırını da yitirdiğimizi belirten YILDIRIM, literatüre geçmiş olan Bayrampaşa enginarının da benzer şekilde kaybedildiğini aktardı. Çatalca’da su kaynaklarının iyice azalmasıyla birlikte sürdürülebilir manda yetiştiriciliğinin de yok olmak üzere olduğunu kaydetti.
İstanbul’un yakın çevresine bakıldığında ise; inciriyle meşhur olan Bursa’da yakın dönemde yapılan yanlış zirai ilaçlama nedeniyle, Bursa ovasındaki ilek sineklerinin yok olma noktasına geldiğini, dolayısıyla incir ağaçlarını da kaybetmek üzere olduğumuzu belirten YILDIRIM, ipek tekstilinde de geçmişte öncü olan şehirde arazi tahribatı sonucu dut ağaçları kalmadığı için sektörün bitmeye yüz tuttuğunu aktardı.
Yine İstanbul’un yakın çevresinde Hereke halısının markalaşarak ayakta kalabildiğini, öte yandan Ankara keçisinin yünü marka haline getirilemediği için bu keçilerin artık Güney Afrika’da yetiştirilerek yünlerinden Angora kazağı üretildiğini kaydeden YILDIRIM, Kastamonu Taşköprü’de de eskiden sanayi tipi kenevir üretildiğini, pamuğun da Çanakkale ve Gelibolu’dan geldiğini belirtti.
Son olarak, gıda güvenliği açısından bir iyi uygulama örneği olarak Fransa’da yaklaşık 3 milyon kişiyi doyuran gıda topluluklarından bahseden YILDIRIM, 40-50 ailenin bir araya gelip yıllık gıda tüketim planlarını yaparak doğrudan üreticilerle iletişime girdiği bu sistemde, çiftçilerin ihtiyaçlarına yönelik yasal düzenlemelerin yapılmasının daha kolay olduğunu vurguladı. İstanbul’daki bazı kooperatif girişimlerinin yeterli desteği alamadığı için kapandığı ülkemizde artık tüketici yerine üreticiyi türeten türetici olmamız gerektiğinin, bu şekilde fiyat üzerinde de etkimiz olacağının ve gıdamızı türetim kooperatiflerinden sağlayarak sürdürülebilirliği destekleyebileceğimizin altını çizdi.